Hakikat Bir Samanın Altında Saklı!

Çocukluğumun puslu ama güçlü anılarıdır Afife büyükannemin anlatıları. O kanepede oturur, ben yanına ilişirdim. Sürekli bir şeylerle uğraşır; kimi zaman pamuk ve tutkaldan çiçekler, kuşlar ya da keçiler yapar; boyar kimi zaman da nakış işlerdi. Ancak her ne yaparsa yapsın, elleri gibi kafasının içindeki düşünceler de hiç durmazdı. Kısık, sakin ama otoriter ses tonuyla hep bir şeyler anlatır; anlattıklarını da adeta yeniden yaşardı. Hiç sıkılmadan saatlerce dinlerdim. Söylediklerini gözümde canlandırmaya çalışır, bir taraftan da oyalanmam için bana verdiği -o an ne yapıyorsa küçük bir benzeri-  ile uğraşırdım. Yıllarca süren bu sahnede sıklıkla tekrarladığı ama niye tekrarladığını hatırlayamadığım bir cümlesi vardı; “yalan; bir saman parçası gibidir; ufacık bir esintide saman uçar gider de hakikat ortaya çıkar.”  Bu cümleyi her duyduğumda zihnimde loş bir yerde ufak bir saman çöpü, kuşun kanat çırpışı gibi belli belirsiz sesle gelen esintiye kapılır; bir anda yükselerek kaybolur; ardında yarı saydam, şekilsiz ama sert bir cismi yani hakikati bırakırdı. Bugün halen ‘yalan ve hakikat’ ile ilgili bir şey duysam bu imge aklıma gelir.  Şimdi düşünüyorum da bana hiç “yalan kötüdür” ya da “yalan söylemek günahtır, yalan söyleyenler kor ateşlerde yanar” gibi cümleler söylemedi. “Asla yalan söylemedim, hiç” de demedi. Çünkü biliyordu ki bu, bir insanın söyleyebileceği en büyük yalandı.

İnsanlığın yalan ve hakikat kavramlarını sorgulaması çok eski tarihlere dayanır. Antik çağlarda bugüne felsefenin etik alanı bireylerin, bir çıkar elde etmek amacıyla olmadığı sürece beyaz yalanlar söylemesinin yanlış olup olmadığını tartışır. Yalana en katı şekilde karşı çıkanlardan biri olan Aziz Augustinus; gençliğinde önüne gelen yalan söylemesiyle tanınır. Bireylerin yalanla olan ilişkisi dışında toplum düzenini sağlamaya, yönetmeye talip olan yapıların, devletin ve siyasetin de yalanla kadim bir bağı vardır. Bireysel olarak yalan söylemeyi genel anlamda reddeden Platon; “ideal devletin bekçilerinin, kitleler yerlerini bilsin ve toplumsal uyumu bozmasınlar diye soylu yalanlar söyleyebilir…” fikri ile devletin yalanla olan bağını daha o zamanlardan ortaya koyar. Hakikati inkar, örtme, gizleme, eğme, bükme ya da yerine yenisini yaratma ( Neo hakikat)… Her ne şekilde olursa olsun, insanoğlu iki ayağının üzerinde dik durmaya başladığından bu yana siyasetin yönetme arzusunun ve bundan doğan devlet kavramının vazgeçilmez aracıdır yalan. Tarihe şöyle bir göz attığımızda devlet yönetme sanatı ile hakikatlerin azılı iki hasım olduğuna ilişkin sayısız örneğe rastlarız. Birinin var olabilmesi için diğeri saklanabilir, inkar edilebilir, zenginleştirilebilir, tamamen yansıtılmayabilir, eğilebilir, bükülebilir, yerine yenisi yaratılabilir… vb. Dinlerde de durum farklı değildir. Kullara “yalan, yasak ve günahtır, cehennem kapılarının anahtarıdır” dense de uygulamada ve söylemlerde yalan reddedilmez. İslam’da Takkiye doktrini bunun en iyi örneğidir: “hayat kurtarmak, yerel huzuru sağlamak ya da yolcuların güvenliğini sağlamak, barışı korumak…” gibi durumlarda yalan söyleme izni verilir. Yahudilik; Hristiyanlık, Budizm ve diğerleri de benzer şekilde yalana esneklik tanır. Ancak bu yazıda üzerinde durmak istediğim asıl mesele; devlet, yalan ve hakikat ilişkisi sonucu bizlere kesilen fatura olacak. Düşüncelerimi aktarırken Ralph Keyes’in Post Truth Era  ( Hakikat Sonrası Çağ ve Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma) adlı kitabını referans aldığımı ve yer yer alıntılar yaptığımı belirtmek isterim.

Saman altından su yürütenler

Saman altından su yürütmek  –yani kendisinin yaptığını belli etmeyerek gizli işler çevirmek ya da ortalığını karıştırmak kısaca dürüst ve açık olmamak– siyasetin ve devlet idare etme sanatının mihenk taşıdır. Yalan da bu sanatı icra etmek için gerekli olan en temel araçtır. Platon’un bile ideal devletten söz ederken bunu gizlemeyerek; açıkça ifade ettiğini vurgulamıştım. Dünyanın her yerinde ve her çağda bu, böyledir. Devlet; hakikat ile anlaşamaz, yalan söyler! Hiçbir yönetim, hakikati olduğu gibi kullanmaz, kullanamaz; işin doğası böyledir ancak oldukça geniş bir spektrumu vardır: Örneğin demokrasiye ve köklü bir hukuk sistemine sahip devletlerin yönetimlerinde yine yalanlar söylenir ama hakikat ile olan ilişki totaliter bir devlette olduğu gibi değildir. Bireylerin ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü hakikatin tamamen yok edilmesine izin vermez, ortaya çıkarır ve gerekirse hükümeti değiştirir. Watergate Skandalı, bana göre bu duruma verilecek en iyi örneklerdendir. Totaliter yönetimde ise yalan bir varoluş biçimidir. Çünkü totaliter rejim, var olabilmek için toplumda yeniden bir benlik yaratmak zorunda olduğundan her alanda hakikati de yeniden üretmek zorundadır (YeniHakikat)Saman altından su yürütmek üzerine kurulmuş bir sistemde saklanan, yasaklanan hakikatin yerine her gün yenilerini üretecek ve bunları halka ‘hakikat’  diye yutturmaya çalışacak adeta bir saat gibi işleyen mekanizmalar kurulmuştur. Komünistlerin tümüyle yalancı periyodik yayın organlarının adının ‘Pravda’ (Hakikat) olması… Rastlantısal değildir. Bireylerin ifade özgürlüğü  ya da özgür bir basın zaten totaliter bir rejimin ilk yok ettikleri arasındadır. Özetle, demokratik bir rejimde toplumun devletin söylediği yalanlar sorgulama, hakikate ulaşabilme ve hesap sorabilme şansı varken; totaliter rejimlerde bırakın gerçeğe ulaşmayı yerine yaratılan YeniHakikat ten şüphe edildiğinde bile devlet bu kez sopa yöntemini dener.

Dezenformasyon ve yalan haberle  mücadele!

Bugün bizim devlet, yalan ve hakikat ilişkisinde spektrumun neresinde yer aldığımız sorulursa Meclis e bugünlerde sunulan yeni bir tasarıya göz atmamız yeterli olur: İktidar partisi, özellikle sosyal medyada kontrolü dışında yayılan haber formatındaki hakikatlerin önüne geçebilmek için Meclis’ e ortağı ile birlikte bir yasa tasarısı sundu. Bu yasa tasarısı oldukça ilginç maddelere ve eklentilere sahip;Hükümete bağlı yetkililer; dezenformasyon yasasıyla siyasi liderlerin “hukukunu koruyacak, toplumsal lince, siyasal lince maruz bırakılmalarının önüne geçecek bir düzenlemeyi yapmak istediklerini” ve bu yasaya tüm siyasi liderlerin ihtiyacı olduğunu savundu. Siyasi liderler hakikatten neden çekinsinler ki? Hükümet ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise yasa teklifinin amacını  “Elon Musk’lar Türkiye’de türemesin” diye açıkladı. Elon Musk neyi ifade ediyor? Twitter ı, bilgiyi yayma ve paylaşma özgür alanını, ifade özgürlüğünü…?  Basın özgürlüğüne bugüne dek görülmüş en büyük ve geniş çaplı sansürü getiren bu yasa tasarısı “ Hakikat” olmadığına karar verilen bir bilgiyi paylaşan, yayınlayan ya da üzerinde yorum yapan kişileri hapse atabilecek. Peki, bir bilginin “Hakikat” olup olmadığını kim belirleyecek? Devlet! Ne için? Siyasi liderlerin hukukunu koruyabilmek için. Hangi hukukunu? Saman altından su değil artık sel yürütmüş olan bir yönetimin yalankolik tarzını sürdürme ve incilerinin ortaya saçılmasını engelleme hukuku değildir, umarım! Bizde olmaz! Bu yasa tasarısı kanunlaştığında, haber alma, haber verme hakkı ve özellikle ifade özgürlüğü sistematik bir şekilde ihlal edilecek. En önemlisi de “Dezenformasyon”  tanımı bilimsel temellerle değil, yöneten tarafından isteğe bağlı tanımlanacağından hakikat yerine YENİHAKİKAT yaratma yetkisi devlete resmi olarak verilecek. Hükümetin hakikatle ilgili gri, belirsiz alanlara ihtiyacı var ki bu yasa tasarısı da bu ihtiyacı fazlasıyla karşılayacak gibi görünüyor. Sonuç olarak, geline noktada sizce spektrumun neresinde yer alıyoruz? Yeni yasa tasarısının adına geçmişe ithafen Pravda ( Hakikat) Yasası  dense yanlış olur mu? Bence olmaz.

Hannah Arendt der ki; “… Totaliter rejimler, yalanlara inandırmak için halkın beynini yıkamaya çalıştıklarında, bu yalanların muhatapları söylenen her şeyi sorgulamaya başlar. Zamanla, hükümetlerinin kendilerine söyledikleri hiçbir şeye inanmamaya başlarlar hatta kanıtlanabilenlere bile…Yalanın ters etki yapacağı bir nokta mutlaka gelir…” Ve istedikleri kadar yasalarla, korkutma, cebir ve şiddetle  hakikati toplumdan saklamaya çalışsınlar, Afife büyükannem de der ki “yalan; bir saman parçası gibidir; ufacık bir esintide saman uçar gider de hakikat ortaya çıkar”  Gerçekten de hakikatlerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır ve tarihte tersi henüz yaşanmamıştır. Açık bir pencereden içeri dolan hafif bir rüzgara bakar.

SS

Share:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir