Hüsamettin Bir Paket Çay Fırlat

 “İnsan, akıllı ve inanan bir varlıktır. Aklı olmayanın dini de olmaz… İnsan;  eşref-i mahlukat, yani yaratılmışların içinde en şerefli olanıdır…” Tut dilini kadın tut! Aklına gelene göre sen akılsızın önde gidenisin…

Bir insana, eşref-i mahlukat olduğu için dünyaya gözünü açtığı anda hazır paket doğum hediyesi midir akıl? Bence yok öyle bir şey. Sıklıkla karıştırıldığı üzere kişiden kişiye; türden türe değişen varlığın öğrenme kapasitesi ya da hızı da değildir. Aklın ne olduğu antik dönemden bu yana tartışıladursun biz; İoanna Kuçuradi’nin tek cümlelik tanımı ile yetinelim: “Akıl, bağlantı kurabilmektir.” Evet! Varlığın; varoluşu, hisleri, eylemleri ve etrafını çevreleyen tüm evren ile bağlantı kurabilmesi; bu bağlantıları sorgulayarak değerlendirebilmesidir akıl. Buna da her eylemi öz irade ile düşünerek gerçekleştirme yetisi dersek yanlış olmaz. Bu yeti de bilgi ile sonradan öğrenilebilir ve geliştirebilir özelliktedir.

Şimdi; akıl kavramıyla yaptığım tangonun temposunu biraz hızlandıralım. Gerçi bu durumu, aklın beni dansa kaldırması diye tanımlamak daha doğru olur. Çünkü, temponun hızlanıp hızlanmayacağına ya da dansın ne zaman sonlanacağına karar verecek olan odur. Değil mi ki içimize işleyen temel yanılgılardan biri tam da budur: Eşref- i mahlukat olarak aklın tepeden inme sahibi ve hakimi olduğumuz inancı… Bu yanılgıyla ortalarda gezineduralım; geri kalan tüm canlıları da o ‘akıldan’ yoksun kabul etmek gibi bir yanılgıya daha düşeriz. Neden mi? Çünkü, en başta kutsal kitaplarda böyle yazar. Yanılgının kaynağı tam da bu vurgudur. Sayesinde, akıl konusunda gereğinden fazla küstahlaşmış bir tür olarak dönenir dururuz çağlardır. Bizi bu denli havaya sokan da diğer türlerden farklı olarak sembolik düşünebilme kapasitesimiz ve  dili kullanabilme yeteneğimizdir. Evet, düşünüldüğünde tepeden inme hazır paket bahşedilmiş yegane üstünlüğümüzün bu olması mümkün. Ancak bu üstünlük tek başına “akıl” demek değildir. Bu özellik; yalnızca düşüncelerimizi dış dünyaya yansıtma yöntemi ve onların dışa aktarımının en temel yardımcısıdır. Ancak, asla tek başına aklın göstergesi değildir. Oysa eşrefi mahlukatların çoğu konuşabilmenin, bir dili kullanabilmenin ya da sembolik aktarabilmenin “akıllı” kabul edilmek için yeterli olduğuna inanır. Bu bakış açısıyla da diğer türleri aşağılar; kuşlara dudak bükerek “kuş beyinli” demesi gibi… Oysa, bir karga “kuş beyni” ile kendisi ve dış dünya arasında bağlantılar kurabilir. Gözlemler, analiz eder. Çoğu zaman da bir eylemin neden sonuç ilişkisini birçok türdeşimizden daha mükemmel kavrar yani düşünebilir. Yiyeceği cevizi yüksekten attığında kırılacağını bilen bir karga, yola düşürdüğü cevizin üzerinden insanların kullandığı metaller geçtiğinde işinin kolaylaştığını  deneyimler; bağlantı kurar. Ve tekrar ceviz kırmak istediğinde bu kez onu düşünerek yola atar. Saksağan gibi bazı türleri aynada kendini tanır. Varlığı ve evren arasında bağlantı kurar ki en zorudur. Birçoğumuz yaşam boyu beceremez bunu. Yine de kendilerini dil yoksunu kargalardan ve diğer tüm canlılardan daha akıllı görürler.

“Kuş beyinli” demişken çoğunluk eşref-i mahlukat, papağanları türdeşleri arasında daha akıllı bulur. Nedeni de papağanın içgüdüsel taklit yeteneği sayesinde, dili kullanıyor olmasıdır. Papağanın ezbere dayalı sıraladığı bize tanıdık kelimelerin hatta cümlelerin anlamsız, bağlantısız, düşünceden yoksun olmasının pek önemi yoktur: “Şakir, ağzına sıçarım, fıstık, günaydın, zırrttt…” Gördüğüm tüm papağanlar, tam da bu anlamsızlıkla -ama neredeyse inançla- kafasını ileri geri hareket ettirerek; bazen tepe taklak dönerek duyduğu tüm sesleri taklit eder. Kafesinde hiç durmaksızın kelimeleri, sesleri sıralar ve tekrarlar. Her gagası açıldığında da alkış alır: “Vaaay, ne akıllı kuş!”

Oysa, papağanın konuşmasında; aklın zerre izi yoktur. Ancak dili akıldan önde tutan; hatta onu akılla karıştıran eşref-i mahlukat için bu önemsizdir. Hoş, o da papağanından pek farklı değildir ya!  Konuşabiliyorsa, üstüne sorgusuz sualsiz de olsa bir şeylere inanıyorsa “akıllısın” denmiştir ona da. Ne de olsa akıl denilen şey; konuşmaktan, belki anlamsız ama inançlı alkış tutmaktan ve ezberden ibarettir onun için.

Aramızdaki kurnazlar da papağan aklını pek severler. Etraflarında hep böylesi olsun isterler. Kendileri de istedikleri hedefe varana dek aynı papağan gibi hiç durmadan bir şeyleri tekrarlayıp dururlar. Zaten başka da bildikleri var mıdır bilinmez! Aynı sözleri, cümleleri art arta durmaksızın sıralarlar. Çoğunluk bol inanç soslu nakaratlardır bunlar: “Durmak yok, yola çıkan… Hangi yol? Yolum, yolundur yolu… Arş bir ileri, iki geri…” Böyle surer gider ta ki istediğini elde edene dek. Güce ulaştıklarında ise etrafta başka tür bir aklı istemezler. Eylemlerinin ve sözlerinin -bir karga kadar bile- sorgulanıp değerlendirilmesine tahammülleri yoktur. Durum bu olunca ilk icraatları da varolan sistemi papağan aklının tuhaf örgüsüne uygun düzenlemek olur. Ve çok iyi bilirler ki muktedirliğin; kalabalıkları görünmez kafeslere kilitlemenin yolu ancak dili aklın önüne geçirmekten geçer. Muktedirlerin söz dizgeleri pek anlamlı olmaz, önemli de değildir. Arada kafeslediği papağanlara fıstık atması ve sürekli onlardan istediklerini tekrarlaması yeter de artar. Ve bu yüzden, sürekli yüksek perde konuşur ve tekrarlar. Artık her yerde onların gürlemesini duyabilirsiniz: “Uzayda bayrak dalgalanacak, dünya bizi kıskanacak, vatan, bayrak, din, şehit, şeref, inanç… Aç? Hüsamettin bir paket çay fırlat…”

Kafeslenmiş yığınlar da karşılık verir: “Öl de ölelim, arada portakal keselim, kefeni cepli, Şakir, dünya lideri…”

SS

Share:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir