Ahtapot

ve demek istediğim…”

Ahtapot çok zeki, tehlikeli ve zor bir hayvandır. Bir ahtapotun peşine düşmek ise daha zor. Her balıkçının, amatör dalgıcın “ben yaparım” demesiyle olmaz. İnsanı rezil eder, hatta öldürebilir. Nasıl mı?

Bir ahtapot avlayabilmek için öncelikle ustasıyla birlikte dalman gerekir. Hem de bir kez değil, defalarca… Hiçbir şey yapmadan gözlemlemek, ustanın ahtapotun izini sürmesini ve avlamasını öğrenmek ve en önemlisi ahtapotu tanımak için. Vurgun yemeden ne kadar derine inilir? Ahtapotun çok sevdiği buz gibi sularda ve derinin kuytularında ne kadar beklenilir? Ona sonsuz kumlarda ya da kayalıklar arasında mı rastlayacağınızı ancak ustası bilir. Ve onunla karşılaştığınızda nasıl hareket etmeniz gerektiğini de…Öte türlü iyiden iyiye bilmeden dalınırsa, ahtapotu hiç bulamayabilir ya da bulsanız da derinlerden sağ çıkamayabilirsiniz.

Öncelikle keskin gözler ve mükemmel gözlem yeteneği ister ahtapot avcılığı.  Çünkü ahtapot kumda ise kumun, kayalıkta ise kayanın rengini alır. Taş kesilir, kum kesilir kıpırtısız kalır ta ki bir av ona yaklaşana dek. Henüz sen onun varlığını hissetmeden O, çok uzaklarda olan varlığını hisseder ve beklemeye başlar. Hem avını hem de avcısını bekler. Beklemeye geçen ahtapot saatlerce kıpırtısız kalabilir. Etrafındaki her şeyle ayırt edilmesi imkansız biçimde bütünleşmiş haldedir. Usta bir ahtapot avcısı da bu şekilde onu bekleyen avını sadece önyargısız bir bakışla fark edilebileceğini bilir. Önyargısız olmalıdır çünkü bu sinsi hayvanın çoğunlukla kayalıklarda gizlendiği konuşulur yeryüzünde. Denizin karanlık, kuytu, ulaşılması en zor kısımlarında olduğu söylenir. Oysa, ahtapot bunu bildiğinden çoğunlukla denizin olabilecek en kolay, aydınlık, korunmasız ve sığ kısmında pusuya yatar. Acemi avcı duyup dinledikleri ile kayalıklara ve denizin en derinlerine yönelir. Ancak usta, her defasında önyargısız daldığı denizin her bir köşesine aynı şüphe ile bakar. Sonunda da kumdaki minicik bir izden ya da anlık bir hava kabarcığından bulur ahtapotu. Bulduğunda ise dalgıcın tıpkı onun gibi kıpırtısız bir kayaya ya da kuma dönüşmesi gerekir ta ki ahtapot bir balığa kilitlenerek nefsine yenilip seni unutana hareket edene dek. Bir çeşit sabır ve strateji savaşıdır bu. Eğer avcı acemiyse heyecana kapılıp ahtapottan erken hareket eder ve koskoca deryada zorlukla bulduğu avın izini yitirir. Çünkü bir ahtapot her zaman suda bir avcıdan hızlıdır. Aniden kumların ya da kayalıkların içinde kaybolur. Geç hareket edildiğinde ise ahtapot avını kapar ve yine avcı yetişemeden denizin renklerinde kaybolur. Tek bir şansı vardır avcının: Ahtapotu doğru tanımlamak, tam zamanını beklemek, tıpkı bir ahtapot gibi,  avıyla aynı anda ve hızda hareket etmek…  İşte tüm bu şartlar bir araya geldiğinde ahtapot avına, avcı da ahtapota tek ve öldürücü hamlesini yapar. Ahtapotla avcı arasındaki mesafe de önemlidir. Eğer avcı gereğinden fazla uzaktaysa ona yetişemez. Çünkü O kritik anda, ahtapot sadece avcının çıplak eliyle yakalanabilir ki uzaklık buna engel olur. Parmaklarının arasından kayar, gider. Eğer gereğinden fazla yakınlaşırsa da bu zeki yaratık avcıyı av yapar. O minicik ve zararsız görünen hayvan bir anda avcının en hassas yerine boğazına ya da yüzüne kollarını dolar.ve seni boğar. Usta avcılar ahtapotun kollarına hiç bulaşılmaması, onlardan uzak durulması gerektiğini bilir.  Onun yerine çıplak elleriyle ani bir hamle yaparak ahtapotu gövdesinden yakalar ve hiç vakit kaybetmeden (ahtapotun kolları avcıya ulaşmadan) onu öldürür.

Bir ahtapotun kolları o denli güçlüdür ki şaşırırsın. Kaç genç ve kuvvetli adamın atletik yapısına güvenip ahtapotun peşine düştüğünü; şanslı ise bir zaman sonra da yüzlerinde panik ve incinmiş bir gurur ifadesiyle sudan çıktığına tanık oldum. Bu utanç dolu adamlar yanımıza gelerek nefes nefese kendilerini kumlara bırakıp minicik bir hayvanın kendilerini ölümle burun buruna getirmiş olmasıyla afallamış halde neredeyse ağlamaklı, ahtapotun nasıl boyunlarına ya da yüzlerine dolandığını ve bu güçlü kollardan nasıl uzun süre kurtulamadıklarını anlattılar. Usta avcılar ahtapotla şaka olmayacağını bilir. Ve denizin derinlerinde onu hafife almanın ne büyük aptallık olduğunu da.

Peşine düşen kim bilir kaç kişi suya girip de çıkamadı da hiç duymadık derinlere dalıp da “ahtapot saldırısında öldü” denilen birini. Çünkü sinsi ahtapot kollarını doladığı avına yani avcısına inanılmaz bir güçle yapışır ve sıkar. Onu bu şekilde derinlerde boğduktan sonra da hiç iz bırakmadan ortadan yok olur. Ya “vurgun yedi” denir bu acemi avcılar için ya da başka bir şey… 

Yeryüzündeki ahtapotla aramızda olan biten de tıpkı denizdeki gibidir. İnsanların dünyasında, kollarının orduyu, siyaseti, akademiyi, sanatı, evleri, ilişkileri… kısaca hayatın her alanını sıkıca sardığını bildiğimiz, hissettiğimiz ama kolay göremediğimiz, seçemediğimiz ve “budur” diyemediğimiz ahtapot da denizdeki adaşı gibi davranır. Yüzyılların birikimi olan devlet geleneği, aklı ve sinsiliği ile hareket eder, uzunca bir süre sessiz kıpırtısız da kalabilir. Ahlak ve erdemle ve benzeri kavramlarla hiç işi yoktur ancak kolları bu kavramları ustaca kullanıp kamufle olmayı çok iyi becerir.  Kendi kurallarını kendi koyar ki bu kurallar da ortama göre sürekli şekil değiştirir. Bazen kum olur, bazen kayalık; bazen mağduru oynar, bazen kurtarıcıyı… Bu hileler için ise daima kollarını kullanır. Denizdeki akranının 8 kolu vardır, yeryüzündeki ahtapotun ise sayısız kolu olabilir. Her bir kol birbirinden tamamen görünüşlerle, görüşlerle ve söylemlerle karşımıza çıkar, kimi gövdenin avı gibi konuşur kimi avcısı… Ancak, gerçekte hepsi aynı gövdeye bağlıdır.  Aynı denizdeki akranının kullandığı gibi kullanır kollarını. Bu kollardan biri koparsa eğer hemen yerine yenisi gelir. Üstelik, sürekli kol değiştirir, dün düşmanı olan bugün kollarından biri olabilir ya da tam tersi. Asla dürüst insanların anlayacağı bir dilden konuşmaz, onların bildiği netlikte hareket etmez bu kollar. Asırlardır yerleşik olduğu ortamında hiç değişmeyen kendine özgü taktikler ve hinlikler geliştiren yeryüzü ahtapotunun en sevdiği hile, bir kolu ile diğer kolunu karşı karşıya getirip birine ezen diğerine ezilen rolü vermektir. Ya da sağdaki kola dikkatleri çekip oyalarken avını, asıl sol kolla pusuya yatıp saldırmaktır. Hangi kolun kendisini avladığını çoğu zaman anlayamaz bile zavallı kurbanlar. Ahtapotun kolları kişilerden, gruplardan, siyasi partilerden, gazetecilerden, yazarlardan… kısaca herkesten ve hepimizden meydana gelebilir. Kollar, yüksek sesle dile getirilen ve aslında ahtapotun gövdesinde üretilen siyasetle komplo teorileri ya da kutuplaştırma yöntemleri kitleleri oyalar, taraf yapar ve çoğunlukla birbirine düşürür. Bir bakmışsın ki herkes ahtapotun kollarına çeşitli yerlerinden tutunmuş, birbirine dolanmış kalmış ve sonunda da boğulmuş! Daha fenası da düşmanının gövdesini asla farkına varamamış ve ulaşamamış. Kolların bir görevi de birinin diğerini işaret edip insanları onun  “gövde” olduğuna inandırmaktır çünkü. Bu karmaşa içinde kopan ya da koparılan kollar ahtapotun hiç umrunda olmaz. Oysa, ahtapot tüm gücünü kollardan alır,  kollar olmadan bir gövde tamamen savunmasız, işlevsiz ve işe yaramazdır. Bu yüzden ahtapota vurucu darbeyi indirmek isteyen en hassas yerine yani onun gövdesine ulaşmalıdır ki bu da ancak kolların entrikalarına, komplolarla oyalama yöntemlerine hiç bulaşmadan mümkündür. Çünkü kollar kişiler, gruplar, hizipler vb… Gövde ise tüm bunları üreten mekanizmadır. Sadece ustaca soğukkanlı bir yaklaşımla önyargısız bir gözlem ve bakışla doğru tanımlayabilirsin gövdeyi. Her yere, her şeye her kola hep aynı şüphe ile yaklaşarak bulunabilir ancak gövde.  Onu ararken şüpheyi bir kenara bırakıp herhangi bir kola güven ve inanç geliştirenler ise tamamen ahtapotun sinsi hilelerine yenik düşer, av olur. Ahtapotun yüzlerce kolunun en önemli ve ortak görevlerinden biri budur: Avlarının güvenini ya da sempatisini kazanmak ve onları sürekli çatıştırmak. Olur da tüm bunları aşıp yem olmadan gövdeye ulaşırsan ahtapotu alt edebilmek için yine aynı ustalıkla, doğru zamanda ve çok hızlı hareket etmek gerekir. Zeki, sinsi ve güçlüdür, şakaya, hafife almaya ya da sığ bir bakışla aceleye getirilmeye ya da oyalanmaya gelmez.  Tıpkı denizdeki akranı gibi…   Dedik ya vakit kaybedersen ya da şüpheden vaz geçersen ya da kollarının arasına düşersen bir anda şekil değiştirebilir, karşısındakini yanıltabilir ve sonunda kendisini yok etmeye geleni kimseler fark etmeden ve hiç iz bırakmadan boğabilir.

Bizler hep ahtapotun kollarıyla uğraşıyoruz. Son da kaçınılmaz biçimde derin sularda avlanmak oluyor.

SS

Share:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir