Yepyeni Bir Anayasa Yapacağız!

Neredeyse beş yılda bir tekrarlanan ve harekete geçilen bu cümle üzerine bir hayalet olarak düşüncelerimi yeniden paylaşmaya karar verdim:

  • Yepyeni bir anayasa yapacağız.
  • Yepyeni bir anayasa yapamazsınız. Yepyeni bir anayasa yapmak anayasaya aykırı. Araba ya da cep telefonu modeli değil bu yenileyip durasınız. Bakın; “MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”  Kim olursanız olun.
  • Hayır, yeni bir anayasa yapacağız. Bu anayasa “yerli ve milli” olacak. Yeni anayasanın Türkiye’ye çok şey katacağı açık. Bu hedeften kimse bizi vazgeçiremez.
  • Ben anlamıyorum. Şu anki anayasa “yerli ve milli” değil mi? Japon Anayasası mı kullanıyorduk biz? Anayasada “yerli ve milli” olmayan nedir? Laiklik kavramı mı? Evet, Fransızcadır. Demokrasi mi? Evet o da dēmokrateía δημοκρατεία Yunanca kökenli bir sözcük. Bunlar mı çıkacak anayasadan da o zaman yerli ve milli olacak? Hem sizler iktidara geldiğiniz günden itibaren defalarca anayasayla oynadınız. 22 yılda 12 kez anayasada değişiklik yaptınız. 177 maddelik anayasanın 30’u aynı maddelerde olmak üzere toplam 134 hükmünde değişiklik yaptınız. Halen nedir bu memnuniyetsizlik?
  • Yeni bir anayasa yapılacak ve muhalefet de nazlanmadan bunu onaylayacak. Ben böyle diyorum, bitti.
  • İyi de… Hani o ikide bir değiştirdiğiniz anayasayı üzerinde uyguladığınız yani sizlerin bir kez bile tek bir maddesine uymadığı zırt pırt değiştirdiğiniz şeyin asıl muhatabıyım. Ve size basit bir soru soruyorum: “Yeni bir anayasa” söylemi en başta anayasaya aykırı değil mi? Hoş, sizin şu an o koltukta oturuyor olmanız bile anayasaya aykırı. Hiç takmadığın bir anayasanın yepyenisini yapma konusuna neden bu kadar takıntılısınız?
  • Seni takan kim? Seni takmayalı çok oldu. Sen aslında yok hükmündesin.
  • Pardon! Haklısın aslında. Ben sadece bir hayaletim!

Alçakça işlenen fiillerden hiç mi hiç utanılmaması, yeni despotizmlerin tipik özelliğidir. Çok iyi yazılmış anayasalara sahip olma arzusu ve kanunların adil! bir biçimde uygulanması sayesinde ülkede istikrarın, güvenliğin ve adaletin sağlandığının ve sağlanacağının davul zurnayla ilan edilmesi de öyle. Kremlin’in örtük dili “hukukun diktatörlüğüne” atıfta bulunur. Pekin, “her şeyi kanuni bir çerçeveye oturttuğunu “ ve “ulusu kanunlara uygun yönettiğini” bağıra çağıra ilan eder ve “Her vatandaşın kanun önünde eşit olduğu”nu belirten bir anayasaya sahip olmakla övünür. Ne var ki işin gerçeği despotizm koşulları altında hukukun sadece hukuktan ibaret olmamasıdır. Bağımsız yargı yoktur. Despotik koşullar altında yürütülen siyaset, yukarıdan aşağı doğru sürekli darbe halini, temel anayasal kaidelerin ve hükümlerin düzenli olarak için boşaltılmasını, “yargıçların hakimiyeti” ni yok etmek için girişilen sonu gelmez bir kampanyayı anımsatır. Yargı sistemindeki atamaların, tenzili rütbenin, iş akdi fesihlerinin şaşırtıcı bir hale gelmesini ve kayırmacılık, rüşvet, mahkemelerin ve hukuk mesleğinin her taraftan sıkıştırılmasını, iktidardaki siyasi güce tabi kılınmasını sağlar.

Mahkemelerin iktidar sahibine bağımlı olması (Rusya da bu durum telefonnoe pravo yani telefon adaleti olarak bilinir). İktidardakilerin hoşuna gitmeyecek kararlar almaya meyilli yargıçların uzun süre koltuklarında oturamayacakları anlamına gelir. Diğer taraftan savunma makamı konuşurken hülyalara dalıp bir yandan da cep telefonlarını kontrol eden ve davaların sonuçlarını önceden belirleyen yargıçlar yerlerinde kalmayı başarır. (Sanki tanıdık geliyor… )

Yeni Despotların yasama organıyla da başı hiç hoş değildir. Onların parlamentoları, bütün temsilcilerin değil yalnızca iktidara yakın gayriresmi oturumlarda karar alan parlamentolardır. Kanun yapmak üzere bir araya gelmiş, tuttuğunu koparan, bağımsız kurumlar değildir.   ( Tanıdık geldi mi? Ülkenin birinde güya muhalif kesimin tutunacağı tek ve son dal olarak ortaya çıkan ve son genel seçimde ucube bir ittifak yapan ana muhalefet partisinin muhaliflerin oylarıyla Parlamentoya soktuğu mikron düzeyde partilerin Genel başkanlarının söylemlerine bakalım. Daha yeni anayasa taslağının neler içerdiğini ve aslında yeni bir anayasa yapmanın anayasaya aykırı olduğunu dile getirmeden “Yeni anayasa için destek vermeye hazırız ” mesajı verdiler. )

Despotizmler, yasama organlarını ve mahkemeleri içten tahrip eder. İşin aslı, tahrip edilmiş mahkemeler ve yasama organları da despotizmi besler. Bütün bu dinamik, despotizmlere, hedef tahtasına koydukları rakipleriyle hukuku hiçe sayarak uğraşma imkanı tanır. Masum insanların uyduruk suçlamalarla tutuklanmasına, hatalı yargılanmalarla  mahkum edilmesine sık rastlanır. Despotizmler ve onların hukuk sistemleri tarafından şehir eşkıyalarına getirilen ve bir anlam ifade eden kısıtlamalar yok denecek kadar azdır. Bu tiplerin bazıları ya hukukun çok üstündedir ya da yazılı ve herkesin bildiği kanunların elinden kaçar. Yasalar açık seçik yazılmış olabilir ama onlara nadiren uyulur. ( Ruslar, yasaların daha da katılaşmasının nedeni olarak onlara uyulmamasını gösterir.)

Görüntü aldatıcı da olsa despotizmler aslında örgütlü hukuksuzluk sistemleridir. “Hukukun üstünlüğü” hayalete dönüşmüştür. “Kanun devleti” tanımı artık daha uygundur.  

21. Yüzyıl yeni despotizmlerinin pek çoğu hukukun üstünlüğünü kabul eden geleneklerden muhtelif ölçülerde etkilenmişlerdir. Bu kavramı bir şekilde kendi leyhlerine kullanmaya meyillidirler. Nasıl mı? Yeni despotlar kanunlara tutunurlar ve kanunun güçlülerin zayıfları dövmek için kullandığı sopadan çok daha fazlası olduğuna tebasını ikna etmek için çok büyük çaba harcarlar. Vietnam da ya da Çin’de, şehirlerde, binalarda, kırsal kesimde duvarlara hükümet tarafından yapıştırılan afişler kanunlara özen göstermeleri, onları sebatla savunmaları ve hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlete itaat etmeleri konusunda tebaaya baskı yapar. Öte yandan, Çin’de son 20 yılda avukat sayısı yaklaşık 10 kat artmıştır. Ne kadar hoş değil mi? Bazı ülkelerde dev adalet sarayları yapılır. Yeni Despotizmler bu eğilimleri desteklemeye ve kullanmaya hevesli yapılardır.

Tüm bunlar olurken  bir yandan da Rusya’nın Ukrayna işgalini, Kamboçya nın ülkesini Çin mafyasına teslim etmesini, 2015 te Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu Silopi de ağır silahlarla donanmış ordu birliklerinin ilan ettiği sokağa çıkma yasağını ve müdahaleleri, bu ülkelerdeki keyfi tutuklamaları ve diğer eylemleri bir  düşünün… Despotizmlerin kendi ülkelerinde hukuksuzluk bir mantar gibi biter.

Kısaca; yeni despotizmlerde yepyeni ve belki de mükemmel bir şekilde yazılmış anayasaları uygulatacak hiçbir etki mekanizması bulunmaz.  Tamamen bir kandıramaca diyebiliriz. Örnek verilecek olursa; Suudi Arabistan daki Şura Meclisi gibi ulusal yasama organları parlamentoları andırır ancak anayasada tarif edildiği şekliyle iktidar sahiplerini denetleme yetkisini tatbik etmeyi başaramaz. Çünkü, despotlar tanım gereği özellikle halkın alenen meydan okumasıyla karşılaştıklarında her zaman kanunların erişemeyeceği bir yerdedir. “Hukukun üstünlüğünü sıkı sıkıya koruyalım” ya da “ Hukukun üstünlüğü yoksa demokrasi sadece ve sadece yıkım getirir”  gibi resmi ağızlarca söylenen beylik laflar ( Hong Kong da 2014 yılında başlayan muhtelif ayaklanmalar sırasında bu cümleler sıklıkla sarf edilmiştir) sadece hikayeden ibarettir. Despotların yanında duranlar bu tür olayların sadece münferit olaylar olduğunu veya ülkenin işine burnunu sokan art niyetli yabancıların yersiz abartmaları olduğunu söyler genellikle. Güya muhalif kesimden de bol bol duyabilirsiniz bu cümleleri o ülkelerde. Aslında yeni despotik rejimler kendilerine hayalet hukukun üstünlüğünden önce hayalet bir muhalefet yaratma işine girişirler. Bunda da başarılı olduklarında sıra ikinci aşamaya gelir.

Sıradan insanlar bu tiyatroyu izlerken iyi kaleme alınmış kanunlar ile üzerlerine kanuni çerçeveye oturtulma söylemi boca edilmiş nesnel gerçeklikler arasındaki uyumsuzluğa nasıl anlam verebilir?

Kimilerine göre bu uyumsuzluk, despotizmlerin, paranın konuştuğu ve keyfi iktidarın hüküm sürdüğü, kanunlarla kamufle edilmiş geleceğe uzanan bir yolda gidildiğini teyit eder. Despotizm, hayatın her alanında devasa bir yolsuzluk makinesine benzetilir. Doğrudur da.

Gelinen noktada, en kuvvetli ihtimal şudur; kanuni çerçeveye oturtma ile hukuksuzluğun garip bir karışımından oluşan ve dayanıklılığını ispatlanmış bir yapı kurulmaya çalışılmaktadır. Üstelik, iktidar ve muhalefet el ele… İktidar sahibinin pek çok alanda keyfi biçimde gücünü kullanması, süslü sözlerle paketlenerek sunulur. Aynı zamanda, “yolsuzluğu” azaltmanın, devletin iktidarını yargı ve yasama organları üzerinden ve halkın hukuk sisteminin çeşitli parçalarına katılımı sayesinde dizginlemenin ne yüce faziletler olduğunu gerçek hayatta yaşananlar gösterir. Öte yandan bu yaşananlara naifçe değinmekle yetinen sözde muhalefet oldukça zararsız çıkışlarla güya görevini ifşa eder. Hukukun üstünlüğü ilkesi ile şekillenmiş, iktidarın paylaşılmasını esas alan, nezaretçi demokrasiye tartışmasız bir alternatif vazifesi gören bu HAYALET hukukun üstünlüğü ( artık adını koyalım) tıpkı muhalafet gibi aslında sadece bir kurgu olduğu düşüncesini güçlendirir.

Daha yakından bakıldığında bu durum  özellikle iktidara aç despotların kamuoyunun gözü önünde kendi hukuk kuralları tarafından şekillendirilmiş hukuki mantık yürütme ve tartışmalara gömüldükleri o anlarda çok net görülebilir. Hayaleti çıplak gözle görebilirsiniz!

Ve eminim bu yazı için John Keane’in Yeni Despotizm adlı kitabından alıntıladığım kimi cümleler sadece ve sadece Kremlin ve Pekin için yazılmıştır!

SS

Share:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir